Tasavvuf ve Ýslam
  BEDİÜZZAMAN
 
BEDİÜZZAMAN 01


Kur'an hizmetkârı son anlarında da yine hizmetini düşünüyordu 18 Mart 1960 Cuma günüydü. Bediüzzaman hasta yatağından doğrularak talebelerine şöyle dedi: "Kardaşlarım! Risale-i Nur bu vatana hâkimdir. Mason ve komünistlerin belini kırmıştır. Biraz sıkıntı çekeceksiniz. Fakat sonunda çok iyi olacak."


Ertesi sabah sanki hastalıktan emare kalmamışçasına doğruldu. Sabah namazını kıldı. Talebeleriyle kucaklaşıp helâlleşti. "Allah'a ısmarladık! Ben gidiyorum." derken gözleri yaşlıydı.

Emirdağ'daki dostlarıyla ve talebeleriyle teker teker vedalaştıktan sonra İsparta'ya hareket etti.
O hasta haliyle de yatsı namazlarında kendisi imamlık yapmakta, teravihi ise talebesi Tahiri Mutlu kıldırmaktaydı. 20 Mart 1960 Pazar günü talebelerini yanma çağırarak şöyle dedi:

"Evlâdlarım çok rahatsızım. Fakat hiç merak etmeyin. Risale-i Nur on misli fazlasıyla benim vazifemi yapıyor. Bana hiç ihtiyaç bırakmıyor.

Bu sözleriyle artık beka âlemine gideceğini de belirtiyor, talebelerine teselli veriyordu.
O gece bir ara hasta yatağından doğrularak talebelerine,"Urfa'ya gideceğiz, hazırlanın!" dedi.
Sabahleyin araba hazırlanmıştı. Bediüzzaman yanında talebeleri Hüsnü Bayram, Zübeyir Gündüzalp ve Bayram Yüksel'le birlikte yola çıktı. Hedef, Peygamberler diyarıydı. Talebeleri yola çıkmadan önce gerekli "tedbiri" almış, arabanın plakasını çamurla kaplamışlardı. Zira değişen iktidarlara rağmen değişmeyen rejimin nefesi devamlı enselerindeydi ve Bediüzzaman'ın bulunduğu yerden ayrılması mümkün değildi. Nitekim Bediüzzaman'ın İsparta'da olmadığı anlaşılınca bütün emniyet teşkilâtı ayağa kalktı. Bediüzzaman neredeyse bulunmalı, derdest edilmeli ve tekrar İsparta'ya getirilmeliydi.

Emniyet teşkilatı dört dönedursun, Urfa yolcuları namaz molaları dışında hiç durmaksızın yol alıyorlardı.

Bu gidiş bir "kaçış" değil, terhis teskeresine doğru iştiyakla koşuş idi.
İnsanlık ve İslâm tarihinde çok mühim bir yer işgal eden yirminci asra mührünü vuranlardan olan Bediüzzaman'ın yanında bulunan talebeleri yol boyunca onun hayat safhalarını düşünüyor, bir kısmını birlikte yaşadıkları bu safhaları, bir film şeridi gibi gözlerinin önünde yeniden canlandırıyorlardı.

İslâm Deccalı olan Süfyan'ın çıktığı dehşetli bir asırda, çileli, zahmetli, meşakkatli bir hizmeti omuzlayan Bediüzzaman, dâvasının zafere erdiğini müşahede eden bahtiyarlardandı.
Kafkas Cehpesinde Gönüllü Alay kumandanı olarak Ruslara karşı savaşırken bile Kur'an-ı Kerim'in mühim bir tefsiri olan "İşaratül-İ'cazı" telif eden Bediüzzaman, daha sonraki hayatında da hep Kur'an'la hadislerle haşir neşir olmuştu.

Ezan-ı Muhammedi'nin, Kur'an-ı Kerim okumanın ve okutmanın yasaklandığı, ders kitaplarında

Tevhid akidesini inkar eden yığınla bahislerin bulunduğu dehşetli bir devirde Anadolu'nun ücra bir köşesine sürgüne gönderilmiş olan Be-diüzzaman, yanında Kur'ân-ı Kerim'den başka kitap bulunmadığı halde, "doğrudan doğruya Kur'an'dan ilham alarak, Kur'an'ı asrın idrakına söyletmiş", imanın ve İslâm'ın esaslarım, ilme fenne, akla, mantığa dayanarak anlatmıştı.

Kur'an-ı Kerim tefsiri olan Risale-i Nur külliyatı, aşikâre ve münâfıkâne her türlü dinsizlik cereyanının karşısına dikilmiş, Allah'ın izniyle bu cereyanları ve bütün ifsat komitelerini hezimete uğratmıştı.

"Din ve namus telakkisini ortadan kaldırmadıkça devrimlerimizi yerleştirenleyiz. Hocaları da toptan ortadan kaldırmalıyız" diyenler elbette ki bundan şiddetli rahatsızlık duymuşlardı. İşte onun içindir ki tıpkı Mekke müşriklerinin yaptığı gibi, fikirle Mücâdele edemeyince bu defa kaba kuvvete başvurmuş, Bediüzzaman'm vücudunu ortadan kaldırmak için her yolu denemişlerdi.

Bediüzzaman, hürriyetin, insan haklarının jakoben kadronun iki dudağının arasında bulunduğu o dehşetli devirde defalarca zehirlenmiş, göz hapsinde tutulmuş, sürgüne gönderilmiş, hapsedilmiş, tenhâ yerlere gidince arkasından kurşun sıkılmış, ama Cenab-ı Hakk'ın inayetiyle bütün bu baskı ve zulümlerden yalnızca hastalık ve geçici sıkıntılarla kurtulmuştu.

Bediüzzaman bütün bu baskı ve zulümlere beş para ehemmiyet vermemişti. Zulüm silahını kullananlara şöyle sesleniyordu:

"...Madem sizlerle, îtikadmızca ve bana edilen muameleye nazaran, küllî bir muhalefetimiz var. Siz dîninizi ve âhiretinizi dünyânız uğrunda feda ediyorsunuz. Elbette, mabeynimizde (aramızda) tahmininizce bulunan muhalefet sırrıyla, biz dahi hilafınıza olarak, dünyamızı, dinimiz uğrunda ve âhiretimize her vakif feda etmeye hazırız. Sizin zalimane ve vahşiyâne hükmünüz altında bir iki sene zelîlâne geçecek hayatımızı, kudsî bir şehâdeti kazanmak için feda etmek; bize âb-ı kevser hükmüne geçer. Fakat Kur'an-ı Hakîm'in feyzine ve işârâtma istinaden, sizi titretmek için, size kat'î haber veriyorum ki:

"Beni öldürdükten sonra yaşayamıyacaksınız! Kahhar bir el ile, Cennetiniz ve mahbubunuz olan dünyâdan tarde-dilip ebedî zulümata çabuk atılacaksınız! Arkamdan, pek çabuk sizin Nemrudlaşmış reisleriniz gebertilecek, yanıma gönderilecek. Ben de huzur-u ilâhîde yakalarını tutacağım. Adâ-let-i İlâhiyye, onları esfel-i sâfilîne atmakla intikamımı alacağım!..

"Ey, din ve âhiretini dünyaya satan bedbahtlar! Yaşamanızı isterseniz, bana ilişmeyiniz! İlişseniz, intikamımın muzâ-af bir surette sizden alınacağını biliniz, titreyiniz!.. Ben rah-met-i İlâhîden ümid ederim ki: mevtim, hayatımdan ziyade dine hizmet edecek ve ölümüm başınızda bomba gibi patlayıp başınızı dağıtacak! Cesaretiniz varsa ilişiniz! Yapacağınız varsa, göreceğiniz de var!.. Ben bütün tehdidatınıza karşı, bütün kuvvetimle bu âyeti okuyorum:

"Elleziyne, kale lehümü'nnâse kad cemâû leküm fahşevhüm fezâdehüm iymânen. Hasbunallahu ve ni'me'l vekîl." (Mektubat, s. 455)

Kuvvete dayanan ve hakkı kuvvette bilen güruhun yüzünde şamar gibi saklayan bu ifadelerin pek çok benzeri gelecekti. Bediüzzaman aynı zamanda haliyle de hakîki imanı elde edenin, değil bir avuç zorbaya, kâinata da meydan okuyacağını göstermişti.

Urfa yolundaki Bediüzzaman son derece huzurluydu. Zira bütün engellemelere rağmen Risale-i Nur Külliyatı ilk önce beş yüz bin nüsha elle çoğaltılarak Anadolu'nun dört bir yanına dağılmış, bilahare matbaalarda yüzbinlerce basılmıştı. Kur'an hakikatinin pırıltıları olan bu eserler artık ellerde, dillerde gönüllerdeydi. Bu bakımdan beka âlemine gülerek, âdeta uçarak gidiyordu.

Bediüzzaman ve talebeleri 21 Mart 1960 Pazartesi günü öğle saatlerinde Urfa'ya vasıl oldu ve on yıldır Urfa'da bulunan Abdullah Yeğin'in tavsiyesi üzerine İpek Palas oteline yerleşti.

Bediüzzaman'ın geldiğini öğrenen binlerce Urfalı otele akın etti. Yıllarca insanlarla görüşmekten uzak duran Bediüzzaman bu defa her gelen ziyaretçiyi kabul ediyordu. Talebeleri de anlamıştı. Artık bu bir "vedalaşma merasimi" idi. Karşılıklı helallik isteniliyor, dualar ediliyordu. Bu merasim, birliğinden terhis olan askerin, arkadaşlarıyla vedalaşıp, daha çok ahbabının bulunduğu aslî memleketine doğru yola çıkışını hatırlatıyordu.
 
 
  Bugün 10 ziyaretçi (18 klik) kişi burdaydı!  
 

GeL GöR BeNi - NeY - SuFi CRY OuT
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol